Osmanlı hukuku

osmanlı hukuk sistemi

Osmanlı hukuku
Osmanlı İmparatorluğu idaresindeki hukuki yapıya Osmanlı hukuku denir. Genelde çok kültürlülüğe uygun yargılama usulüyle öne çıkar. Hukuk anlayışı şer’i ve örfi olmak üzere iki temelde incelenmektedir.

Kanun
Osmanlı İmparatorluğu varlığı süresince birçok hukuk düzenini sentezlemiş ve Osmanlı hukukunu oluşturmuştur. Hükumdarın koyduğu kurallara kanun denirdi. Kanun, şeriatle, yani dini hukukla beraber yürütülmekteydi. Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki birçok unsurun adalet anlayışına cevap veriliyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun kompleks yapısı yeni kültürlerin uyumuna yönelik kanun hareketlerini gerektirmişti. Kültürel ve dini farklılıklar “millet” anlayışıyla imparatorluğa uygun hale getirildi.

Tanzimat Fermanı’yla (1839) tüm vatandaşların temel hakları güvence altına alınmıştır. 1850’de Fransa’dan esinlenilen yeni bir ticaret kanunu oluşturulmuştur. 1856 Islahat Fermanı ile karma mahkemelerin kurulması kabul edilmiştir. 1860 yılında devletin ve tüccarların seçtiği üyelerden oluşan nizamiyye mahkemeleri kurulmuştur. Kadılık yetkilerinin bir kısmı taşra meclislerine aktarılırken, şeriatın borç ve vazife konuları da laik nizamiyye mahkemelerine aktarılmıştır. 1868-1876 tarihlerinde yapılan çalışmalarla batılı tarzda ilk medeni hukuk olan ve hem şer’i hem de laik mahkemelerde kullanılan Mecelle ilan edilmiştir. Abdülaziz döneminde Divan-ı Ahkam-ı Adliye (Yargıtay) adlı bir yüksek mahkeme kurulmuştur. 1878’de de hukuk alanında uzman ihtiyacını karşılamak amacı ile Mekteb-i Hukuk-i Şahane (Hukuk Fakültesi) kurulmuştur.

Şer’i Hukuk
İslam’a göre düzenlenen kanunlardır. Kaynağı Kur’an, sünnet, icma ve kıyastır. Din ve yasama işleri Şeyhülislam’a aittir. Ancak Şeyhülislam’ın yargılama yetkisi yoktu. Yürütme ve yasama fetvalarla sağlanmaktaydı. Temeli İslamiyet’in Hanefi mezhebine dayandırılmıştır. Kazasker ve kadılar adli işlerden sorumluydu. Şer’i hukukun işleyişini sağlayan en önemli kurum Kazaskerliktir. Kazasker, Osmanlı yargı sistemini oluşturan kadıların tayin ve terfi işlerini yapardı.“İstanbul Efendisi” olarak anılan İstanbul Kadısı, Osmanlı sınırları içindeki en yüksek rütbeli yargıçtı. Eyalet, sancak ve kazalardaki mahkemelerde “hakim” olarak “Kadı” bulunurdu. Kadılar doğrudan Kazaskere bağlıydı. Kadılar devletten maaş almaz, davalardan aldıkları harçlarla geçimlerini sağlarlardı. Kadı’nın verdiği karardan şüphe duyanlar üst mahkeme olarak Dîvân-ı Hümâyun’a başvurabilirdi.

Bunu da oku :  Osmanlı İmparatorluğu'nda ulaşım

Örfi Hukuk
İslamiyet öncesinden bu yana devam eden töre kurallarının İslamiyet’e aykırı olmayacak şekilde düzenlenmesiyle oluşan kurallardır. Örfi hukuka padişahın yönetim, maliye ve ceza gibi konularda çıkarttığı kanunnameler de dahildir. Örfi kanunlar hazırlanırken İslam hukukuna aykırı olmamasına dikkat edilirdi. Bu hukuk sisteminde yasama yetkisi padişaha aittir. Örfi konularla ilgili padişah buyrukları “Ferman” olarak Nişancı tarafından kaleme alınırdı. Daha sonra da yine Nişancı tarafından, çıkartılan fermana padişah tuğrası işlenir ve fermanın resmiyet kazanması sağlanırdı.

Osman Gazi’nin bağımsızlığını ilan ettikten sonra koyduğu kanunlar, Fatih Sultan Mehmet’in halk ve devlet için çıkardığı iki kanunname ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamesi sultan iradesine dayanır ve şeriatla ilgili değildir.

Mahkeme
Osmanlı Devleti’nde adalet işleri: Şer-i mahkemeler, Cemaat mahkemeleri, Konsolosluk mahkemeleri ve 19. yüzyıldan itibaren Batılı tarzda mahkemeler tarafından yürütülmüştür. Davalara kadı bakardı. Mahkeme binası kadının evi olabildiği gibi kentin camisi yanındaki bir mekan da olabilirdi. 19. yüzyıl ortalarına kadar İstanbul kadısının belli bir mahkeme binası yoktu. Kadı’nın hususi konağı mahkeme olarak kullanılmaktaydı. Ancak 1837’de Bab-ı Meşihat ya da Şeylülislam Kapısı olarak anılacak Etmeydanı’ndaki bir bina ile kadı anonim bir nitelik kazanmıştır.

Bunu da oku :  Osmanlı Padişahları

Kanunname
Osmanlı Devleti’nde gerek idari, gerek mali, gerekse de cezai hukuk alanlarında, Osmanlı padişahlarının emirleri ve fermanları ile duyurulmuş ka­nunların, yasakların, yönetim esaslarının, cezaların ve daha birçok konuda toplum ve devlet düzenini belirleyen, sınırları koyan kanunların bir araya getirilmesiyle hazırlanan eserlere kanunname ya da yasakname denirdi.

Günümüzde Akkoyunlular, Anadolu beylikleri ve Memlüklerden gelmiş kimi ka­nunnameler var olmakla birlikte, düzenlenmiş en eski kanun­namelerden günümüze gelmiş olanları Osmanlılara aittir. Ve bu kanunnamelerden ilki Fatih Sultan Mehmet döneminde düzenlenmişti. bkz. (Fatih Kanunnamesi) Fatih Sultan Mehmet’ten sonra Kanuni Sultan Süleyman, ardından onun oğlu Sarı Selim, I. Ahmet ve IV. Murad dönemlerinde düzenlenmiş olan kanunnameler birbirini takip etmişti.

Buna ek olarak IV. Mehmet ve Abdulmecid dönemlerindeki ceza kanunları da günümüze kadar gelmiştir.

Padişahlarının çıkarmış oldukları kanunlarının uygunluğu ve güvenilirliği o dönemin konjonktürel şartları incelendiği vakit İslam dininin yöneticilere vermiş olduğu yetkiye dayanmaktadır. Bu kanunlar, Kur’an-ı Kerim’deki “sizden olan ulu’l-emre itaat edin” diyen ayet üzerine temellendirilmişti, ancak bu itaati de şarta bağlamış ve onun, Allah ile Muhammed’e itaatin önüne geçmesine izin vermemişti.

İşte tüm bu esaslar çerçevesinde Dört Halife döneminden başlayarak yöneticiler, ictihad ve istişaryle sınırlanan ve belirlenen temel ilkelerin değinmediği konuları açıklığa kavuşturmuşlardır.

Böylece İslam kamu hukuku oluşturulmuş, Genel olarak kanunlar ta­rih ve fıkıh gibi kaynaklardan yararlanılarak düzenlenmişti Osmanlı Kanunnameleri de bunların bir devamı niteliğindeydi.

Bunu da oku :  Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim

Bu kanunnamelerin laik düzenle çatıştığı, İslam’daki fıkıh ve fetvayla alakası olmayan geleneksel kanunlar olduğu yönünde kimi görüşler de mevcuttur. Bu kanunlar hakkında Alman Profesör Joseph Schacht ‘ Hükümlerine karşı gelmemek yürürlükte bulunan kanunları bozmamak şartıyla dini hukukun eksiklerini tamamlamaya çalışan özel konu yada içerikten bağımsız olarak geçerli olan, yalnızca mantıksal bir anlamı bulunan kanunlardır.‘ demiştir. Bu kanunlar hazırlanırken Osmanlı padişahları, Divan’da bulunan diğer devlet idarecileriyle birlikte hareket etmişlerdi. Bu idarecilerin arasında da her zaman din alimlerinden kişiler bulunmuştu. Bir fetva verileceği zaman da, verilecek olan fetva daha önceden halihazırda verildikten sonra, din adamlarının bu fetvayı fikir beyan etmeksizin onayladıklarına dair bazı örnekler vardır.

Yargılama
İslam hukukuna göre mahkeme tek hakimden oluşmalıydı. Birden çok hakim yasaktı. Kadı yargılama esnasında tek başına görev yapmaktaydı. Kadının bir “danışma meclisi” bulunabilirdi. Jüri olarak orada bulunan kişilere konu hakkında danışabilirdi. Buna “maşveret” adı verilirdi. Yargılama ve hüküm yetkisi yalnızca kadı ile sınırlı kalmaktaydı. Genel temayüllere göre yargılama esnasında her zaman bağımsız kişiler bulundurulurdu. Açıkça görülmeyen duruşmalar şaibeli sayılırdı. Davacı farklı bir mezhebe ya da dine mensupsa kendi kurallarına göre yargılanabilirdi. Kadı yakınları hakkında karar veremez ve hasta ya da bitkin değilse davaları görmekten kaçınamazdı. Davanın tatil veya gece vakitlerine denk gelmesi bu durumu değiştirmezdi. Dava sırasında kadının dava ile ilgili kişilerle münasebette bulunması yasaktı.

5/5 - (1 vote)
(Visited 54 times, 1 visits today)

Related posts

Leave a Comment